ALLAH’A HAMD VE ŞÜKÜR
İnsanın yaratılış gaye ve hikmetlerinden en önemlisi, insan olmanın icaplarını yerine getirebilmektir. Bunun en güzel ifade tarzlarından birisi de, Allah’ın verdiği nimetler için hamd ve şükür görevini ifaya çalışmaktır.
Türkçemizde övmek, yüceltmek gibi manalara gelen hamd, kendilerine ikram ettiği maddî ve manevî nimetler için, insanların Allah’a şükranlarını ve minnettarlıklarını arz etmesi demektir. A’râf sûresinin 43. ayetinde, bu husus şöyle açıklanmaktadır:
“Bizi buna (cennete) eriştiren Allah’a hamdolsun. Şayet Allah bizi doğruya iletmeseydi, bizler doğruyu bulamazdık.”
Yüce kitabımızın ilk sûresi Fatiha’nın, “Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur” mealindeki ayet ile başlaması, Rabbi ile kulu arasında, hamd ile şükrün, manevî bir bağ olduğunu göstermektedir. Bu sûrenin, “O, Rahman’dır. Rahim’dir. Mükâfat ve ceza gününün sahibidir” mealindeki 3. ve 4. ayetleri ise, Yüce Allah’ın rahmetine sığınmamızın ve hesap günü için hazırlıklı olmamızın gerektiğini bize hatırlatır.
Kur’an-ı Kerim’in özeti olarak nitelendirilen ve Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd ile başlayan Fatiha sûresinin, “Allah’ım, ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimet verdiğin kimselerin yoluna ilet. Gazaba uğramışların ve şaşırmışların yoluna değil” mealindeki son ayetlerinde, sadece Allah’a ibadet edileceği, yardım ve hidayetin yalnız Allah’tan isteneceği kesin olarak belirtilmekte ve tevhîd inancından sapılmaması için dua edilmesi gerektiği, çok vecîz bir üslûp ile vurgulanmaktadır.
Görüldüğü üzere, Yaratan ile yaratılanlar arasında hamd, büyük bir manevî bağdır. İsrâ sûresinin 44. ayetinde, “O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız” buyurulmakta ve Kur’an-ı Kerim’in, kırktan fazla ayetinde, Yaratıcı ile yaratılmışlar arasında hamd ve şükür alakası bulunduğu açıklanmaktadır.
Öyle ise, Yüce Allah’ın verdiği nimetlerden yararlanan her insanın vicdanında, bir minnettarlık ve şükran hissinin uyanması gerekir. Bu hissin ifadesi olan hamd ve şükür, hem sözle, hem de fiilî olarak yerine getirilmelidir.
Nitekim sevgili Peygamberimiz, “Her şeyin bir zekâtı vardır, bedenin zekâtı da oruçtur” buyurarak, her nimetin söz ve fiille yapılan bir şükrü, bir zekâtı olduğuna işaret etmişlerdir. O hâlde, Allah’ın verdiği nimetlere şükür için sadece, “Çok şükür, hamdolsun” demek yeterli olmaz. Çünkü sözle yapılan hamd ve şükrün fiilen de yapılması ve ispat edilmesi gerekir.
Allah’a hamd ile başlayan yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in, hamd’i tavsiye eden şu ayet-i kerimesiyle bitiriyorum:
“Cennet ehlinin oradaki duaları, ‘Allah’ım! Sen, her türlü noksanlıklardan münezzehsin’, dirlik temennileri, ‘selam’ ve onların dualarının sonu ise, ‘Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun’ sözüdür.”
BENZER KONULAR: